4 Nisan 2012 Çarşamba

Burada yazılanların gerçek “Aşk” ile tanışıklıkları yoktur.


Birine karşı duyulan tutkunun alışkanlık haline gelmesi, bu davranış ve hissetme biçiminin saplantıya dönüşmesidir genelde aşk diye adlandırılan. Burada bahsi geçen aşk, basit bir duygu halidir. Böylesi bir aşk, tutkular doyurulana kadar ivme kazanır. Bu doyma hali sabit seviyede kalmaya devam ettiğinde tutku hafifler, hatta gözden kaybolur. Bir sonraki kaçma, kovalamaca ya da yoğun özlem haline kadar. Arada yaşanan kırgınlıklar, alınganlıklar, kavgalar hep bu rutin dönemde olur. Özlem baş gösterince ya da kıskançlık, tutkular yine alevlenir. Bazen de taraflardan birinin uzaklaşması veya kaybedildiğinin zannedilmesi de diğerini cezbeder. Olanların üstüne kırmızı bir şehvet perdesiyle birlikte inen geçici hafıza kaybıyla hikâye yeniden başlar. Böyle devam eder gider. Taraflardan biri vazgeçene kadar. Yorucu ve yıpratıcı bir süreçtir haliyle.


Aşık olunana karşı duyulan birleşme isteğinin içinde, ona ve aslında hayata dair henüz yaşanmamış ya da yarım kalmış birçok şeyin özlemi de vardır. Önce sembolleştirilen aşık olunan kişi, bazı durumlarda idolleştirilir de. Her anlam, onun üzerinden işlevini bulur adeta. Bağlılık bağımlılığa dönüşürken, aşık olanı sinsice ele geçirir.


Bir bönlük ve körlük halidir bu tür aşk. Varoluşu pembe bir gaz ve toz bulutu içerisinde arayan şaşkın bir bakıştır. Doğanın üreme oyunudur. Kimyadır, ilkeldir. Gelir, avlar, sonra da çeker gider. Heyecanı, hazzı ve acısıyla birlikte. Aldatıcı, esir edici, aciz düşürücüdür. Aşkınsa tüm bunlar umurunda değildir.


 Böylesi bir aşk fütursuzdur.


Oysa gerçek aşk böyle bir şey değildir.
Aksine her paylaşımda çoğalır.
Aksine her dokunuşta hasret katlanır.
Gerçek aşk, ucuzlatmaz, YÜCELTİR...