24 Mart 2016 Perşembe

BATIL İNANÇLAR: BAYKUŞ

7 milyarı aşan nüfusuyla gezegenimiz her gün türlü acayipliğe sahne oluyor. Tarihler boyu süren garip inançlarımızsa bugün dahi hayatımızın içinde.
Hadi oturup azıcık mantıklı düşünelim. Batıl nedir? Açıp da sözlüğe baktığımızda boş, saçma, yanlış gibi karşılıklar buluruz. Hal böyle olmasına karşın bu koca nüfusun çoğu halen batıl inançlarla yaşıyor. Kuşaktan kuşağa bu denli azimle geçen bir şey de görülmüş değil.
Baykuşlar da batıl inanç kurbanlarından biri olmuştur. Son yıllarda herkesin boynunda, kulağında, parmağında, tişörtünde, evinde, yatağında-yastığında bir baykuş furyasıdır gidiyor. İyi de şimdi mi aklımıza geldi bu sevgili baykuşlar. Çağlar boyunca demediğimizi bırakmadık oysa. Mesela mı?
Şimdi, derler ki, gece baykuş ötmesi duyarsanız yandınız. Kötüye işarettir. Ses soldan geliyorsa hepten fena. Mantığı nedir? Belli değil.
Devam edelim. Baykuş eğer çatınıza tünemişse, o evden bir cenaze çıkacaktır. Bu artık fenadan fena. Ya da bir evin başında baykuş öttüyse, o evden hayır gelmez. Evin etrafında üç kez döndüyse orada illa ki bir yıkım olur.
Hayır yani, hayvanı öyle uğursuz bellemişiz ki, biri bir konuda olumsuz uyarıda bulunduğunda bile ‘baykuşluk yapma’ diyoruz o denli... Leş yiyici akbabalar bile bu kadar hor görülmedi yani. Ama hepsinin bir temeli var elbet.
Babiller, gece gece öten baykuşun sesinin, çocuğunu doğururken ölen bir annenin çığlığı olduğuna inanmışlar. Eski Mısırlılarda baykuş ölüm kuşu olarak görülmüş. Hiyerogliflerde baykuş hep karanlığı, sessizliği ve ölümü temsil etmiş. Nice sonra ortaya çıkan Romalılar da bu inanca kapılmış. Uğursuzluğu savuşturacağız diye, abartıp baykuşları yakmışlar. Dar görüşlülüğün zirve yaptığı bu dönemde, nehirlere bolca baykuş külü savrulmuş. Bu hayvanın ölüler diyarından geldiğine inanmışlar. Öyle ki, Sezar bile ölmeden hemen önce baykuş sesi duyduğunu söylemiş. Velhasıl Romalılar bu aslı astarı olmayan inançlarını bugünün Avrupa’sına da taşımayı başarmışlar. Ama ulaşamadıkları kuzey ülkelerde baykuş hep uğurlu sayılmış.
Eski Yunan’da ise, zeka, sanat ve strateji Tanrıçası Athena'nın sembolü kabul edilmiş. Hatta Yunanlılar, baykuşların kendilerini koruduklarına inanmışlar. Ordularının üzerinden bir baykuş geçse zafer müjdesi olarak yorumlamışlar. Niteliklerini tanrısal kabul ettikleri bu kuşu her yerde bulundurmuşlar. Yani arada kıymeti bilinmiş neyse ki…
Evet, doğruya doğru. Baykuşların insanları ürküten tarafları var. Bir kere ilginç bir yüze sahip. Geceleri sessizce dolaşmasına rağmen, arada ürpertici ötüşüyle hepimizin birazcık da olsa tırstığı gerçektir. Ama zaten insanoğlu karanlıktan ve doğanın o saatte çıkardığı seslerden oldum olası çekinmiştir. Ayrıca bu kuş doğası gereği geceleri avlanır. Bu onu esrarengiz yapmaz. Şeytanla antin kuntin işler çevirdiği anlamına gelmez.  Ne yapsın, aç mı kalsın. Şu güne kadar da insanlara hiçbir zararı görülmemiştir. Tersine, kemirgen, böcek, kurbağa, kertenkele falan yiyip ekolojik döngüye yarar sağlar.
Kukumav, puhu, alaca, peçeli, kulaklı gibi 130’u aşkın çeşidi var baykuşların. 
Harry Potter’ınkini de unutmayalım. Onun adı da kar baykuşu. Hepsi birbirinden orijinal.

Bırakalım bu kendi halinde kuşlarla uğraşmayı.  İlla ki bir batıl inanç yükleyeceksek, onları bilge, zeki ve ağırbaşlı olarak sembolize etmenin kimseye zararı dokunmaz herhalde… 

9 Şubat 2016 Salı

BATIL İNANÇLAR KARA KEDİ

KARA KEDİ


Biraz batıl inançları didikleyeyim dedim. Hemen akla tabi ki kara kedi geldi.  Hani şu, insanların görünce yolunu çevirdiği…  Gördüm ki zavallı kedicik batıl inançlardan neler çekmiş.
Sırf tüylerinin rengi siyah diye bu işten fazlaca nasibini almış. Kara kedi uğursuzluğu, en yaygın batıl inançlar arasında. Oysa ki M.Ö 3000’lerde Mısırlılar onu baş tacı etmişler. Duvar kabartmalarından anlaşıldığı üzere kedi kutsaldır. Kedileri hastalık ve ölümden korumak için kanunlar bile çıkarmışlar. Öyle ki, Eski Mısır’da bir kedinin ölümüne yol açtıysanız, kafanızın uçması garantiydi. Ona göre yani…
Mısır’da evlerde her renk kedi beslenirmiş.  Kedi ölünce de aile de bir yas havası…  Ölüsü hemen  mumyalanır, hatta mezarının yanına değerli taşlar konulurmuş. Kahramanımız kara kedinin dişi olanı ise bu topraklarda tanrıça olarak kabul edilmişti. Hey gidi günler…
Düşünüyorum da, niye bu kadar çok etkilendiler acaba kedilerden? Belki yüksek yerlerden düşünce hep dört ayakları üstüne bastıkları için. Belki de asil ve gizemli duruşları yüzünden.
Kedilerin bu el üstünde tutulma durumları, özellikle doğu ülkelerinde uzun yıllar sürer. Çin’de, Hindistan’da falan... Ama bu saltanatın bir sonu olacaktı elbet. Ne zaman mı? Tabi ki karanlık Ortaçağ’da.
Hristiyanlık, kendinden önceki inançları yok etmeye kararlıydı. Kediler de kutsaldı ya, kesinlikle ortadan kaldırılmalıydı. Zaten iyice çoğalmışlardı son yıllarda. Kafasına göre hareket eden, inatçı, sinsi hayvanlardı onlar. Bir de dokuz canlıydılar. Karanlık güçlerle işbirliği mi yapıyorlardı yoksa?
İnanca göre, kendini şeytana satanın ruhu aslında kara kediye geçiyordu. İşte kara kedi o noktada kötücül eylemlerine başlıyordu. Bu yüzden kara kediyi görünce herkes başına bir iş geleceğine inandı. Ya da kedinin bir kötülük yapacağına… Cahillik parayla değil ya.
O yıllarda Avrupa cadılığa takıntılı durumdaydı. Kara kedi, kara büyü ile ilişkilendirilmiş, kedi besleyen her kadın da potansiyel cadı oluvermişti. Bu kara kedilerin cadıların iş ortağı olduğu, birlikte büyüler falan yaptıkları iddia edildi. Hatta kara kedilerin gece şeytana dönüştüğüyle ilgili öyküler anlatıldı. Akıl ve mantıktan uzak her beyin buna cidden inandı.
Tabi, konu iyice yaygınlaşıp artık herkesi titretir hale gelince, bu kadıncağızlar kedileriyle birlikte yakılmaya başlandı. Her ay binlercesi öldürüldü. Ta ki, Fransa kralı 13. Louis’ye kadar. Kendisi bu toplu paranoyaya bir son verdi. Teşekkürler 13. Louis.
Günümüzde bile, insanlar bir kara kedi ile karşılaştıklarında o gün başlarına olumsuz bir şey geleceğine inanıyorlar. Yanından geçmemek için yollarını değiştiriyorlar. Yediden yetmişe birçok insan bunu yapıyor. Üstelik niye yaptıklarını bilmeden. Oysa kimse, beyaz, gri ya da sarı bir kediye böyle davranmıyor. Onları pamuğum, sütlacım, sarmanım diye mıncıklıyorlar hatta.
Neyse ki kara kediler hep kötü görülmüyor. Gemiciler uzun yolculuklarında yanlarına bir kara kedi alırlarmış. Bu kedinin onlara iyi şans ve bolluk sağlayacağına inanırlarmış.
Japonya, İngiltere ve İrlanda, İskoçya gibi kimi ülkelerde ise kara kedilerin şans ve mutluluk getirdiğine inanılıyor.
Peki dünyanın en zengin kedisinin bir kara kedi olduğundan haberiniz var mı? Tommaso isimli kara kediye sahibi ölünce tam 13 milyon dolar bırakmış. Bu da kara kedinin kendi şansı olsa gerek.

Lafın kısası, yolda giderken bir kara kedi gördüyseniz, yolunuzu değiştirmeyin. Gidin sevin onu. Su, yiyecek filan verin. Simsiyah parlak tüylerinin bir fotoğrafını çekip, sosyal medyada paylaşın hatta. Rengi kara diye karanlık tarafta değil o. İyi beslenin, spor yapın, sağlıklı düşünün. İnanmayın böyle hurafelere… 

8 Şubat 2016 Pazartesi

TABULAR

EVLİLİK ÜZERİNE TABULAR


 ‘Benim bazı tabularım var’, o konu bizim için tabu’, ‘tabularını aşmalısın’, ‘toplumun tabuları beni boğuyor’ gibi cümleleri hepimiz ya duyduk ya kullandık.
Dünya tarihini günümüze dek bir virüs gibi saran tabu kavramı nedir peki? Duruma göre kutsal ya da kirlenmiş anlamında kullanılıyor tabu kelimesi. Kendi içinde çelişen bir zıt anlamlılık söz konusu. Tabuların akıl almazlığı aslında burada sinyallerini veriyor ya neyse.
Gezegende varlığını sürdüren milyonlarca tabu var. Bazıları dudak uçuklatan cinsten. Ülkemizdeyse en yaygın olanlar genelde cinsellik ve evlilik etrafında yoğunlaşıyor. Toplumca bir türlü oturtamadığımız konular yani.
Evlilikle ilgili tabulara bakalım biraz. Evlilik kurumun temelinin, insanlık tarihinden önce başladığını biliyor muydunuz? Özü tek eşliliğe dayanan evliliği, ilk olarak kuşlar başlatmış. Zaten kuş türlerinin çoğu tek eşli. Angut kuşu, kuğu, kel kartal, albatros ve daha pek çoğu…
Neyse, konumuza gelelim. Evlilikle ilgili hayret, vay be, yuh, bu da olur mu dedirtecek birçok acayip tabu var dünyada. Tabulardan kaynaklı adetlerin bir kısmını öğrendikten sonra oturup şükredeceğinize eminim.
Türklerin ataları, Hunlar, Göktürkler ve Uygurlarda erkek çocukların, babaları ölünce, varsa üvey anneleriyle evlenmeleri gerekiyordu. Birçok gencin, muhtemelen istemediği bir birlikteliğe sürüklenmesi kutsal bir görev sayılmıştı.
Kadın mal olarak görülmekten bir türlü kurtulamadı şu dünyada. Tabularla bu hepten desteklendi. Eskimolarda bir erkeğin eşini, bir arkadaşına mevsimlik olarak ödünç verebilmesi gayet normal sayılmıştır. “Ah, sevgili dostum, sana bu kış için iki at bir de karımı veriyorum, hayrını gör emi”. Neyse ki geçici. İyi tarafından bakalım değil mi?
Avustralya’da yaşayan Dieriler de bir alem. Karısı istese de istemese de kocası onu bir akrabasına ödünç verebiliyor. Dierilerin ilginç tabuları bununla sınırlı değil zaten. Ölen akrabalarının vücutlarının yağlı kısımlarını da afiyetle yiyorlarmış.
Şimdi biz, evimize gelen misafire ne sunarız? Çay, kahve, pasta, belki güzel bir yemek, hoş bir sohbet… Ama bunlar nedir ki? Biz de kendimizi misafirperver bilirdik. Bazı ilkel kabileler tabuları aşmak yerine kendilerini aşmışlar. Evin reisi, gelen misafirlere, karısını ya da kızını sunarmış. Bu, konuğa saygı belirtisiymiş. Hele bir kabul etme. Hem haneye, hem de o kadına hakaret etmiş sayılıyorsun. Doğru ya, kaçımız ev sahibine, bu yemek berbat olmuş, lütfen kaldırın önümden’ diyebildik ki. Bunu da böyle düşünün artık.
‘Ayrılsak da beraberiz’ kulağa çok romantik geliyor değil mi? Bazı kültürlerin tabularını öğrendikçe, ‘ayrılınca görüşmeyelim’ diyesimiz geliyor. Tabi bunlar, kadının kocasına bağlılığı üzerine kurulmuş. Hindistan’da, Yeni Gine’de, Fiji’de ve daha birçok yerde, koca ölünce onun arkasından karısının da gitmesi gerekirmiş. Öteki hayatında da hizmet edecek ya ona. O açıdan yani.  E bu nasıl oluyor? Ölen erkeğin ardından karısının boğazlanması ya da diri diri yakılarak öldürülmesi ile… Hiçbirini istemezseniz intihar seçeneği var. Böylece iki seven diğer boyutta kavuşup, kaldıkları yerden devam ediyorlar. Neyse ki bu uygulama artık yok.
Şimdi artık dünya evlilik yemininde ne diyor? Ölüm bizi ayırana kadar. İşte bu! Gayet belirli süreli bir durum. Herkes memnun. Şaka bir yana ruhlar istediği boyutta buluşsun. Ama tabularla evlilik içi dengeleri belirlemenin alemi yok. Zaten alanı belli bir kurumu tuhaf zorlamalarla iyice daraltmasaydık hiç fena olmazdı galiba…

Tabuları aşmak, onları bilmekle başlar. Bir arkadaşımın dediği gibi, tabuların hepsi tabuta..