17 Haziran 2010 Perşembe

FARKINDALIK

Şu ana kadar farkında olarak ya da olmayarak, kaç böceğin hayatına son verdiğimi hatırlamıyorum. Öyle bir farkında olmama hali ki bu, en büyük sıkıntı da burada başlıyor zaten.

Yüzlerce hatta binlerce canlı... Görmeden üzerlerine bastığım, bazen korkup terliği, gazeteyi yapıştırdığım, sırf yemeğimin etrafında dolaştı diye canına kastettiğim onca varlık. Varlık... Tıpkı benim gibi. Umurumda mıydı? Evet, bazen. Gitmelerine izin verdiğim de oldu tabi. Ne büyük lütuftu benim için o anlar... Ne de olsa evime, soframa, arabama, yatağıma izinsiz giren birer yabancıydılar. Haklıydım da kendimce, kendimi savunmakta. Ama öldürmek, ne kadar da kolayına kaçmaktı işin. Bir anda yok etmek. Tek bir vuruşla, bazen iki parmağın arasında yapılan ufak bir hamleyle.

Fiziksel bir boyut farkıydı oysa aramızdaki sadece. Onu değil de beni güçlü kılan. Hayatta rollerin ne çabuk değişebildiğini unutmuş olmalıydım sanırım. Savunmaya gücü olmayanı ezmek en kolayıydı. Yolumdan çekebilirdim ama ortadan kaldırmayı seçtim.

Onları çirkin bulmam da belki işleri kolaylaştırdı. Öyle ya, alışılagelmiş, acımasız estetik kalıplarımıza uymayan her şey, herkes çirkindir, iticidir, hatta bazen iğrençtir. Çirkin olandan korkulur, tedirgin olunur. Bir kelebeğe veya bir uğur böceğine zarar verdiğimi hatırlamıyorum hiç. Hayranlıkla seyretmişimdir sadece. İşte bu iki yüzlü tavrın, insanı önce kendine, sonra diğerlerine yabancılaştırdığını düşünürüm hep.

Hamam böcekleri, arılar, sinekler, örümcekler, karıncalar ve daha niceleri... Ne çok ceset bırakmıştım ardımda. Bir insanın hayatına son vermenin karşılığında en büyük cezanın alındığı insan toplumunda, rastgele attığım adımların altında ya da kimi zaman bilerek ve umursamadan ne çok hayatı yok ettiğimi uzun süre fark etmemiştim. Artık varlığımın, kendini en mükemmel haline dönüştürmesinde, farkındalığın önemli bir gelişme olduğunu biliyorum. Her yaz mutfağımda dolanan ve ıslak bir bezle silerek katledip lavaboya attığım karıncalar bu yıl yine geldiler. Şimdi, onlar için belli yerlere bıraktığım yiyecekleri alıp gidiyorlar. Böylece bütün tezgâha yayılmıyorlar. Birlikte yaşamayı öğrenmek o kadar da zor değilmiş galiba. Geçen gün suyun içinde debelenen bir karıncayı oradan kurtarıp kuru bir zemine koydum yavaşça. Bir süre seyrettim onu. Bize göre küçücük olan bedenini iyileştirmek, tekrar ayağa kalkmak için yarım saatten fazla bir süre uğraştı. İnce bacaklarıyla, anlayamadığım bir takım hareketler yaparak kendini onarmaya çalıştı. İşin en ilginci de yapabileceğim hiçbir şey olmamasıydı. Onun mikro dünyasına göre ben fazla kabaydım. Oysa yok etmek saliselerle ölçülürdü ama iyileştirmek için elimden gelen bir şey olamazdı. Kısa bir ara içeri gidip geldiğimde onu yerinde bulamayınca hissettiğim mutluluğun tarifi yok.

Bu bir itiraftan öte, bir af dilemedir. Bundan sonrası için daha duyarlı bir yola atılmış bir adımdır.