8 Temmuz 2010 Perşembe

............

Yazdan kalma bir Eylül günüydü. Bunaltıcı bir sıcağın da etkisiyle kanepeye yayılmıştı. Uyuyakalmış olmalıydı. Nereden geldiğini anlamadığı seslerle gözlerini açtı ve yerinden doğruldu. Yanındaki sehpada duran sürahideki, günlerdir beklemiş suyu alıp kafasına dikti. Sesler hala devam ediyordu. Üst kattan geliyor olmalı diye düşündü. Bir kadın ve bir erkeğin tartışmasını duyuyordu. Boğuktu sesler. Ara ara yükseliyor, bazen bir kadının ağlamayla karışık iniltisine dönüşüyordu. Yukarıdaki 7 numaradan geldiğine artık emindi. Zaten alt dairenin bir süredir boş olduğunu biliyordu. Aslında pek de kimseyi tanımaya çalışmamıştı bu binada. İki yıldır yaşadığı, bu sekiz daireli eski apartmanda birileriyle karşılaşmamak için çoğu zaman özel bir çaba da sarf ederdi. Şimdiyse gecenin sessizliğini bozan bu seslerin sahiplerini merak etmişti. Birden her şey sustu. Büyük bir şiddetle çarpılan kapının ardından, merdivenden inen kişinin ayak seslerini duydu. Tartışma sona ermiş olmalı, dedi içinden. Biraz da rahatlayarak balkona çıktı. Sigarasını tam yakmak üzereyken üst katın balkonundan ağlama sesleri geldiğini duydu. Az önceki tartışmanın taraflarından biri olmalıydı. Ağlamanın şiddeti gittikçe artıyordu. Kendini kötü hissetti. Balkonun demirlerine yaklaşıp başını yukarıya doğru kaldırdı. Kimseyi görmedi, tekrar içeriye doğru yönelmişti ki büyük bir şangırtıyla olduğu yerde kaldı. Ağlama sesini de duymuyordu artık. İyice endişelenmişti. Ani bir kararla evden çıkıp, yukarı çıkan merdivenlerde buldu kendisini. Oysa ki bu tür olayların hep dışında kalmayı tercih ederdi. Bu defa kendisini neyin harekete geçirdiğini anlayamamıştı. Kapıyı çaldı telaşla. Herhangi bir ses duyamayınca tekrar çaldı. Acaba içerideki kadın kendine bir şey yapmış olabilir miydi? Üçüncü çalışında kapı usulca aralandı. Bezgin bir kadın sesi, yüzünü göstermekten çekinircesine - Buyurun? diyebildi sadece... Önüne dökülmüş dağınık siyah saçları yüzünün seçilmesini engelliyordu.

- İyi akşamlar... Alt komşunuzum. Gürültüleri duydum ve belki yardıma ihtiyacınız olabilir diye bakmak istedim.. Rahatsız ettim sanırım.. İyi misiniz?

- Bana bir sigara verirseniz daha iyi olacağım.

- Elbette...

Paketi şaşkınca cebinden çıkardı, uzattı. Titreyen bir el kapının aralığından telâşla sigarayı aldı. - Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim.

- Bir şeye ihtiyacınız olmadığına emin misiniz? Yapabileceğim herhangi bir şey varsa....

Cümlesini tamamlayamadan aralık kapıdan gördüğü büyük bir kertenkeleye benzer yaratığa gözü takıldı. Yanılıyor muydu yoksa gerçekten içeride tuhaf bir sürüngen mi dolaşıyordu? Kadın birden:

- Aslında bana yardım edebileceğiniz bir konu var. Az önceki duyduğunuz ses kırılan cam bir kafesti. Bir bukalemunum var da... İçeriye gelmek ister misiniz?

- E, evet tabi.

Biraz tedirgin eve girdi. Demek az önce gördüğü hayvan bir bukalemundu.

İlginç bir evdi. Kendi dairesiyle aynı plana sahip olmasına rağmen, öyle farklı döşenmişti ki, aynı bina değil aynı ülkede olduğuna bile inanamazdı. Dünyanın bir çok yerinden toplanmış maskeler salonun tüm duvarlarını kaplamıştı. Büyük saksılardaki görkemli bitkiler, kocaman uzun mumlar, köşede duran fil şeklindeki sehpanın üzerinde yanan tütsüden yayılan koku, bir yandan da her yere hakim olan mor, bordo ve altın sarısı renklerin uyumu onu büyülemişti. Bu ortamı bozan tek görüntü, salonun tam ortasındaki kocaman bir akvaryuma benzer eşyanın kırılmış haliydi. Camlarla beraber etrafa kuru dallar da saçılmıştı.

- Size yardım edeyim, diyerek yere eğildi ve cam parçalarını toplamaya başladı. Kısa bir sürede tüm kırıkları toplamışlardı.

- Çok teşekkür ederim, dedi kadın usulca.

- Rica ederim ama şimdi bukalemununuzu bu gece koyacağınız bir yer bulmamız gerekiyor.

- Dert etmeyin… Bu gece idare eder. Ayarlarım ben.

Bir şey içmek ister misiniz? Sanırım birinin bana arkadaşlık etmesi iyi gelecek.

- Bir kahvenizi içerim ama siz gerçekten iyi misiniz?

Sorusunun yanıtı kısa bir sessizlik oldu sadece. Daha sonra kadın, soruyu hiç duymamış gibi konuşmaya başladı:

- Bukalemunlar aslında yalnız yaşayan hayvanlardır. Ürkek ve yavaştırlar. Korkutulduklarında tıslar ve renk değiştirirler. Evet. Sanırım daha iyiyim şimdi. Nasıl olsun kahveniz? dedi ve gülümsedi hafifçe. Adım Berna, ya sizinki?

- Murat... Sevindim tanışmamıza. Tuhaf bir akşam oluyor benim için.

- Benim için de, diyerek mutfağa yöneldi.

Birazdan elinde kahvelerle döndü.

Bu arada bukalemun hâlâ evin bir yerlerinde dolaşıyordu.

- İyi oldu aslında kafesin kırılması, diye söze başladı Berna. Camdan yapılmış olması ona sıkıntı veriyordu zaten. Daha uygun bir şeyler bulmalıyım.

- Bu konu hakkında hiçbir bilgim yok. Hatta bir bukalemunu ilk kez canlı olarak gördüğümü söyleyebilirim.

- Çok benziyoruz onunla birbirimize. Yanlarına başka bir bukalemun konulduğunda strese girip iştahsız hale gelirler. Tıpkı benim gibi. En sevdiğim özelliğiyse, iki gözünü birbirinden bağımsız hareket ettirebilmesi... Nereye baktığını asla bilemezsiniz. Sizi izler gibi görünürken, bir yandan diğer gözüyle de lezzetli bir ava kilitlenmiştir.

Berna’nın bunları söylerken ki ses tonundaki tuhaflık içini ürpertmişti Murat’ın. Ben artık gitsem iyi olacak, diyerek oturduğu minderden doğruldu. Kafası karışmıştı. Az önceki duyduğu tartışma neydi? Kiminle, ne için yapılmıştı? Bu kafes niye kırılmıştı ve yarım saat öncesine kadar hıçkırıklarla ağlayan bu kadın nasıl bu kadar çabuk sakinleşmişti?

Tam ayağa kalktığı sırada daire kapısından gelen bir anahtar sesi duydu. Az önceki giden adam olabilir miydi? Öyleyse benim ne işim var burada, diye düşündü. Bunu düşünmek için geç kalmıştı. Gelen adam kapıyı kapattı. Murat’ı gördüğüne hiç şaşırmamış gibiydi. Suratı terliydi. Hiçbir şey söylemeden bir kanepeye attı kendisini. Berna’ya baktı, gülümsedi. Berna’nın gözleri sakin ve kaygısızdı. Az sonra olacakları bilir gibi bakıyordu. Murat kapıya doğru yavaşça yürüdü, tokmağı çevirdi, kilitliydi. Adamın parmaklarının arasından anahtarların şıkırtısı duyuluyordu.

07/12/2007/Ankara