1 Temmuz 2010 Perşembe

O.

Lady O. , eteklerini düzelterek yavaşça koltuğa oturdu. Önündeki küçük, yeşil masada duran şarap kadehinden bir yudum alıp, merakla bekleyen Sir S.’yle göz göze gelmemeye çalışarak anlatmaya başladı:

Çok uzun zaman önce, sık sazlıklarla örtülü bir bataklıkta Venüs isimli bir etobur bitki yaşardı. Çok çeşitli canlının yaşadığı ve beslendiği bu nemli, pis kokulu, çoğu zaman puslu ortamı, diğer türdeşlerinin aksine hiçbir zaman sevemedi. Etrafındaki diğer canlıları izlerdi hep. Balıkçıllara hayranlık duyardı. İnce, uzun bacaklı, kocaman gagalı, aceleci kuşlardı onlar. Arkalarından bakardı, hüzünlenirdi onlar giderken. Gitmelerine değil, kendisinin kalışına üzülürdü.

İki yana açılmış bir başı vardı. Yaprakların içi kan kırmızısı, dış yüzeyi can alıcı bir yeşildi. Tam bir kapan görünümündeydi ama, bunu tuzağına düşen canlılar asla fark etmezlerdi. Çarpıcı renkleri sayesinde onu görmeden geçmek mümkün değildi. Böcekler, sinekler onun göz alıcı renklerine doğru gelir, kokusuyla büyülenir, lezzetli özsuyundan tatmak isterlerdi. İşte tam iki kanadının arasına doğru konduklarında Venüs, yapraklarını kapatır, kafesine hapsederdi onları. Neye uğradığını anlayamayan tutsak, yavaş yavaş sindirilerek, sonunda yok edileceği kaderini yaşamaya başlardı o an. Acımasız gibi görünse de doğası buydu onun. Yaşaması için, yok etmesi gerekiyordu.

Bir gün, sazlıkların gerisinden sesler geldi. Daha önce hiç görmediği bir yaratık türü vardı karşısında. Bir kurbağaya seslenip sordu:

- Bu da kim böyle?

Kurbağa sakince cevapladı:

- O mu? O bir insan. Bizden çok farklılar. Pek fazla merak etmemeni öneririm sana. Hatta varlığını bile fark etmeleri bizim gibiler için tehlikelidir. Ne yapacakları hiç belli olmaz. Eline düşmeye gör sen, dedi ve bir taşın üstüne zıplayarak oradan uzaklaştı.

O günden sonra Venüs’ün kafasında hep insanlar oldu. Onları merak etti. Neler yaptıklarını, nasıl yaşadıklarını. Eskiden balıkçılları kıskandığını sanırdı. Ama onların hiçbir cazibesi kalmamıştı gözünde. Artık tek isteği insanlarla ilgili bir şeyler öğrenebilmek ve bir gün belki onlardan biri olabilmekti. İlerleyen günlerde, bataklığın yakınlarında yine insanlar gördü. Bedenlerine, hareketlerine baktı uzun uzun. Çıkardıkları sesleri dinledi. Ne de farklı dünyaları var diye düşündü. Etobur bir arkadaşı vardı hemen yakınında. Ona seslendi bir gün:

- Hey, benim de bir insan olma şansım var mı sence?

Diğeri küçük bir kahkaha attı ve ona dönerek:

- Bu zor bir iştir ama çok istersen belki Beyaz Cadı senin için bunu yapabilir. Yine de böyle bir şeyi istemeden önce iyi düşün. Ben hiçbir zaman aklımdan bile geçirmedim, kendimden o kadar memnunum ki, dedi ve yapraklarının arasına konmuş bir sineği hapsederek afiyetle yemeğe koyuldu. O an Venüs, bunu ne kadar istediğini daha iyi anladı.

Lady O. , burada kesip, kadehinden bir yudum daha aldı. Sir S. gözlerini ondan hiç ayırmadan hikâyenin devamını merakla bekliyordu. Uzun bir sessizlik oldu. Sir, bakışlarını Lady O’nun üzerinde gezdirdi. Mor elbisesine ve beyaz dantellerle süslü kollarına baktı. Kadife bir tenin üzerinde, kadifenin ne kadar sönük kaldığını düşündü. Açık omuzlarına dökülen koyu saçlarına baktı. Buklelerin arasında kayboldu. Bu kadını neden bu kadar istediğini ve onda farklı ne olduğunu düşündü. Onun nasıl olup da, yaşına rağmen bu denli genç ve güzel kaldığını, duyduğu anda kendini kollarına atmasına sebep olan kokusunu, sevişirken aldığı büyülü tadı geçirdi aklından. Sir’in kendisini izlediğinin farkında olan Lady, gözlerini sürekli ondan kaçırıyordu. Şatonun soğuk duvarlarına baktı ve tekrar anlatmaya başladı:

Aradan aylar geçmişti. Venüs, isteğinden hiçbir şey kaybetmediği gibi, Beyaz Cadı’ya ulaşmanın yollarını araştırmaya başlamıştı. Bataklığa gelen her hayvana bunu iletiyor, onu gördükleri takdirde mutlaka yanına getirmelerini istiyordu. Ama bu çabalar sonuçsuz kaldı. Ta ki, Venüs bir gün dayanamayıp, köklerini topraktan ayırmaya çabalayana kadar. İşte o gün Beyaz Cadı’yı hiç ummadığı anda karşısında buluverdi. Uzun beyaz bir elbise, beyaz taşlardan yapılma bir kolye, iki yanından beyaz otların sallandığı, yanlara doğru sivrilen tuhaf bir şapka. Ellerine baktı. Uzun ince parmakları vardı. Ayaklarını göremiyordu. Eteği onları kapatmış olmalıydı. Ama sanki yere basmıyor, hafifçe havada süzülüyor gibiydi.

Bembeyaz teni ve beyaz giysilerine tezat, kıpkırmızı dudaklarını aralayarak konuşmaya başladı:

- Uzun zamandır seni duyuyorum Venüs. İsteğinden emin olmanı bekledim gelmek için. Bugün artık anladım ki, sen kararından eminsin. Yine de bunu gerçekleştirmeden önce, söyleyeceklerimi sakın unutma!

Venüs iyice sabırsızlanmaya başlamıştı. Nihayet bir insan olacak ve bu sıradan yaşamından kurtulacaktı. Onlar gibi düşünmek, hissetmek, konuşmak, dokunmak istiyordu. Tüm bunlara kavuşmasına çok az kalmıştı. Beyaz Cadı sözlerine devam etti:

- Az sonra uğrayacağın değişimden sonra bu bataklığa ait olmayacaksın artık. Değişiminin geri dönüşü yoktur. İnsanlar gibi bir bedene sahip olacaksın, onlar gibi konuşup, onlar gibi davranacaksın. Ama önceki hayatının izlerini de taşıyacaksın. Bunlar senin için, onların arasında kimi zaman bir avantaja dönüşecek. Kimi zaman da verdiğin bu kararı acıyla sorgulayacaksın.

Bir an sözlerini kesti ve karşısında ona boş gözlerle bakan Venüs’ün, son söylediklerini pek de kavrayamadığını fark etti.

- Sanırım yaşarken demek istediklerimi daha iyi anlayacaksın, diyerek ona son kez baktı. Kararlılığını gördü ve elindeki küçük şişeyi açıp, içindeki mor sıvıyı üzerine döktü. Gözlerini açtığında kendini yerde yatarken bulan Venüs, önce kökünün kurtulduğu toprağa, sonra yeni bedenine baktı. Artık hayalleri gerçek olmuştu.

Hikâyeyi burada sonlandırdı Lady O. Bakışları boşlukta bir noktaya kilitlenmişti. Açık pencereden, sülün avından dönenlerin sesleri geliyordu. Gün batımına sayılı saatlerin kaldığı bu vakitleri hep severdi. Dışarıda hafif bir rüzgâr esmeye başlamıştı. Birbirine değen dalların, yaprakların şarkısıyla kendinden geçti. Bir şeyler mırıldandı.

Sir, onun, içtiği şaraptan kırmızılaşmış dudaklarına baktı. Yerinden doğruldu. Yanına geldi. Karşı konulmaz bir çekim içindeydi. Lady’nin dudaklarına doğru yaklaştı. Tüm sıcaklığıyla nefesini hissetti.

Lady, o gün ilk kez gözlerine baktı sevdiği adamın. Sir S. bu defa o bakışlarda daha farklı, daha vahşi bir şey gördü. Tüm sorularının cevabını aldı, dudaklarının arasında son nefesini verirken. Lady O. , bir eliyle gözlerindeki yaşı, bir eliyle ağzındaki kanı silip, kadehindeki kalan yudumu bitirdi.

14 Nisan 2008/Ankara